Günümüzde popüler kültürün en güçlü unsurlarından biri haline gelen reklamlar, yalnızca ürün tanıtımı yapmakla sınırlı kalmayıp, aynı zamanda toplumsal söylemlerin kurulması ve yayılması sürecinde son derece önemli ideolojik araçlar olarak işlev görmektedir. Bu bağlamda reklamlar, tüketicilerin ürünlere dair algılarını şekillendirmenin ötesinde, kültürel değerleri ve sosyal normları da güçlendirmekte veya yeniden üretmektedir. Bu çalışma, Türkiye’de beyaz/kırmızı et, süt ve yumurta gibi hayvansal ürünlerin satışını yapan Şenpiliç, Banvit, Lezita, Kor Organik Yumurta, Gedik Piliç, Sultan Et, Pınar Et, Maret, Sütaş, Pınar Süt, İçim ve Ekici gibi markalara ait toplam 12 reklam filmini nitel bir yaklaşımla ele alarak, insan olmayan hayvan temsillerinin türcü bir söylem ekseninde nasıl kurgulandığını eleştirel bir bakış açısıyla incelemektedir. Bu incelemede, Roland Barthes’ın göstergebilimsel çözümleme yöntemi, Judith Butler’ın normatif iktidar anlayışı, Carol J. Adams’ın “kayıp gönderge” (absent referent) kavramı ve Adorno ile Horkheimer’ın “kültür endüstrisi” yaklaşımı kuramsal çerçeve olarak benimsenmiştir. Elde edilen bulgular, incelenen reklamlarda hayvansal ürün tüketimini teşvik eden dört temel mitin öne çıktığını göstermektedir: Mutlu Çiftlik Miti, Geleneksel Aile Sofrası Miti, Sağlıklı Olma/Büyüme Miti ve İdeal Erkek/Kadın Miti. Mutlu Çiftlik Miti, reklamlarda insan olmayan hayvanların sanki huzurlu ve doğal ortamlarda yaşadığı, herhangi bir acı veya sömürü içermeksizin sofraya ulaştığı algısını yaratmaktadır. Bu sunum biçimi, endüstriyel hayvancılıkta karşılaşılan yoğun ve çoğu zaman zorlayıcı koşulları perdelemekte, hayvanların bireysel varlıklarına dikkat çekilmesini engellemektedir. Geleneksel Aile Sofrası Miti ise Türk toplumuna özgü olduğu varsayılan heteroseksüel, çocuk merkezli ve hayvansal besine dayalı aile yapısını yeniden üretirken, bu yapıyı hem kültürel hem de toplumsal açıdan “doğal” bir gerçeklik olarak benimsetmektedir. Sağlıklı Olma/Büyüme Miti, çocukların ve yetişkinlerin dengeli beslenmesi için et, süt ve yumurta gibi hayvansal ürünlerin vazgeçilmez olduğu fikrini işleyerek, bu ürünlerin tüketilmesini hem toplumsal hem de bilimsel bir zorunluluk gibi sunmaktadır. Böylece hayvansal ürünlerin günlük yaşamda normalleşmesi kolaylaşmakta ve eleştirel bir sorgulama yapılmasının önü kapanmaktadır. İdeal Erkek/Kadın Miti ise kadınları çoğunlukla mutfak ortamında, evin beslenmesinden sorumlu şefkatli figürler olarak temsil ederken; erkekleri ailenin koruyucusu, sağlayıcısı ve karar vericisi konumuna yerleştirmektedir. Bu durum, geleneksel toplumsal cinsiyet rollerini pekiştirerek, kadının ve erkeğin toplumsal rol dağılımını doğallaştırmaktadır. Çalışma, söz konusu mitlerin insan olmayan hayvanları yalnızca bir “kaynak” veya “mal” olarak konumlandırması ile insan olmayan hayvanların bireyselliklerini silip onları araçsallaştırdığını ve böylelikle türcü söylemi doğal ve meşru bir çerçeveye oturttuğunu ileri sürmektedir. Reklamlarda resmedilen “mutluluk” ve “doğallık” unsurları, endüstriyel hayvancılığın gerçekleriyle ciddi bir çelişki içindedir. İneklerin, buzağıların veya tavukların geniş, yeşil alanlarda özgürce gezindiği görüntüler, çoğu zaman ağır sömürü pratiklerini gizleyen yanılsamalara dönüşmektedir. Bu yanılsamalar sayesinde tüketiciler, hayvansal ürünlerin üretim süreçlerinde yaşanan etik ve ekolojik sorunlardan uzak tutulmakta, dolayısıyla eleştirel sorgulama zemini zayıflatılmaktadır. Sonuç olarak, çalışmada ortaya konan veriler, incelenen reklamların insan olmayan hayvanlara yönelik türcü ideolojiyi pekiştirmenin yanı sıra, tüketicinin zihin dünyasında hayvan sömürüsü gerçeğini görünmez kıldığını göstermektedir. Bu durum, hem hayvan refahı hem de toplumsal bilinç açısından ciddi bir sorun yaratmakta; reklamların, popüler kültür içinde türcülüğü normalleştiren ve yeniden üreten bir mecra olduğunu açıkça ortaya koymaktadır. Dolayısıyla, türcü temsillerin eleştirel bir bakışla incelenmesi ve bu söylemlere karşı alternatif, duyarlı yaklaşımların geliştirilmesi büyük önem taşımaktadır.
Bu çalışma, 2024-2025 güz döneminde Ankara Üniversitesi Halkbilimi Yüksek Lisans Programı kapsamında, Dr. Öğr. Üyesi Anastasiia Zherdieva’nın yürüttüğü Popüler Kültür dersi kapsamında hazırlanmıştır. Bu süreçte, hem akademik rehberliği hem de eleştirel bakış açısıyla katkı sunan değerli hocam Dr. Anastasiia Zherdieva’ya teşekkür ederim. Ayrıca, ders boyunca tartışmalarımıza fikirleriyle derinlik katan arkadaşlarım Şenel Vural ve Nurullah Yavaş’a teşekkürü bir borç bilirim. Bu makalenin son okumasını yaparak metnin daha tutarlı ve etkili hale gelmesine katkı sağlayan Sebahat Gökçe Ağbaş’a da özel olarak gönülden teşekkür ederim. Son olarak, kendini türcülük karşıtı mücadeleye adayan ve bu alanda yılmadan emek veren tüm yoldaşlarıma teşekkür etmek istiyorum. Reklamcılığın daha az türcü ve daha etik bir anlayışa evrileceği bir geleceği birlikte inşa etme umuduyla, bu mücadelenin bir parçası olmaktan onur duyuyorum.
In contemporary popular culture, commercials have transcended their traditional function as mere platforms for product promotion, evolving into potent ideological tools that construct, disseminate, and reinforce a multitude of social discourses. As such, they play a pivotal role in shaping cultural structures, influencing consumer perceptions, and molding public attitudes on ethics and social norms. This study critically examines how nonhuman animal representations are fashioned within a speciesist discourse framework in twelve commercials from prominent brands in Turkey—namely Şenpiliç, Banvit, Lezita, Kor Organik Yumurta, Gedik Piliç, Sultan Et, Pınar Et, Maret, Sütaş, Pınar Süt, İçim, and Ekici—that sell white/red meat, dairy, and eggs. Employing a qualitative research design, the analysis draws on multiple theoretical lenses, including Roland Barthes’ semiotic approach, Judith Butler’s insights on normative power, Carol J. Adams’ theory of the absent referent, and Adorno and Horkheimer’s concept of the culture industry. The findings reveal the prevalence of four central myths that perpetuate the consumption of animal products: the Happy Farm Myth, the Traditional Family Table Myth, the Health and Growth Myth, and the Ideal Man/Woman Myth. The Happy Farm Myth constructs an illusion wherein nonhuman animals appear to live carefree lives on picturesque farms, seemingly unaffected by the reality that they will be converted into food. By presenting bucolic images of grassy fields and cheerful animals, these commercials obscure the inherently violent processes of industrial farming. Simultaneously, the Traditional Family Table Myth underscores the idealized image of the Turkish family as heterosexual, child-centered, and reliant on animal-based meals, suggesting that cultural identity is closely tied to consuming meat, dairy, and eggs. This framing reinforces notions of tradition and belonging, making it difficult for viewers to question or deviate from established dietary norms. Meanwhile, the Health and Growth Myth posits animal products as indispensable sources of nutrition, particularly for children, thereby normalizing the idea that a well-rounded, healthy diet must include meat, milk, and eggs. By linking these items to physical development, vitality, and longevity, the commercials amplify societal expectations surrounding conventional dietary practices. The Ideal Man/Woman Myth, on the other hand, entrenches traditional gender roles by depicting women predominantly in nurturing domestic spaces, responsible for meal preparation and child-rearing, while positioning men as protectors, providers, and key decision-makers for the family’s welfare. This study argues that these intertwined myths collectively legitimize and perpetuate speciesism by reducing nonhuman animals to mere commodities, stripping them of individuality and moral significance. The portrayal of “natural” and “happy” farm life serves as a strategic narrative device to mask the harsh realities of mass production, including overcrowded conditions and routine forms of exploitation. Consequently, consumers are distanced from the actual processes involved in bringing animal-based products to their tables. By framing the consumption of these products as both culturally integral and biologically essential, the commercials effectively discourage ethical scrutiny of the underlying power dynamics and injustices that sustain the animal agriculture industry. Ultimately, this research highlights the need to expose and challenge the ingrained speciesist ideologies embedded within popular culture. By deconstructing the visual and narrative strategies employed in these commercials, the study underscores how mythic representations obscure systemic violence, normalize exploitative practices, and reinforce societal acceptance of animal consumption as an unquestionable norm.
This study was prepared during the 2024–2025 fall semester in the Master’s Program in Folklore at Ankara University, under the Popular Culture course taught by Dr. Lecturer Anastasiia Zherdieva. I would like to express my gratitude to Dr. Anastasiia Zherdieva for her academic guidance and critical perspective throughout this process. I am also indebted to my friends Şenel Vural and Nurullah Yavaş, whose contributions enriched our class discussions with greater depth. I owe special thanks to Sebahat Gökçe Ağbaş, who performed the final reading of this article, helping make the text more coherent and impactful. Finally, I wish to thank all my fellow companions who dedicate themselves to the struggle against speciesism and work tirelessly in this field. I am honored to be part of this endeavor, with the hope of building a future in which advertising transforms into a less speciesist and more ethical practice.
Primary Language | English |
---|---|
Subjects | Advertising Analysis |
Journal Section | Articles |
Authors | |
Publication Date | June 29, 2025 |
Submission Date | February 26, 2025 |
Acceptance Date | March 30, 2025 |
Published in Issue | Year 2025 Volume: 10 Issue: 2 |