Kemâleddîn İbnü’l-Hümâm (ö. 861/1457), âhiretin zorunluluğunu temellendirirken yalnızca naklî delillere dayanmaz, aynı zamanda bu delillerin aklî çıkarımlar açısından da bir istidlal kaynağı teşkil ettiğini de düşünür. Onun bakışına göre, yeniden dirilişi salt ruhanî bir olgu olarak değerlendirmek, meselenin sınırlarını daraltmakta ve bedensel dirilişin ihmal edilmesine yol açmaktadır. Bu durum ise nihayetinde yeniden diriliş inancının inkârıyla eşdeğer bir durumu beraberinde getirmektedir. Bu iddianın ardında yatan mantık, bedensel dirilişin teorik özü itibariyle yalnızca aklî değil, aynı zamanda naklî delillerle desteklenmiş olmasıdır. Bu bağlamda İbnü’l-Hümâm, ilk yaratma eyleminin yaratıcısı olan Allah’ın ikinci kez yaratma kapasitesine de sahip olduğunu vurgulayarak, ontolojik kapasiteye dayalı bir yeniden diriliş imkânı tasarlar. Dahası, bir kez var olabilen her şeyin yeniden var olabileceği ontolojik ilkesi de bu düşünceyi desteklemek için ileri sürülür. Bedensel dirilişi savunan teologlar, insan bedenini iki temel kategoriye ayırmışlardır: aslî ve zâid unsurlar. Bu sınıflandırmaya göre, bireyin kimliğini ve fiziksel varlığını belirleyen aslî unsurlar, varlığının devamlılığı için gereklidir ve zaman içinde değişmeyen sabit yapıları ifade eder. Buna karşılık, zâid unsurlar; yaşamsal süreç boyunca değişime açık olan ve bireyin ontolojik özünü doğrudan etkilemeyen yapılardır. Çağdaş biyolojik veriler ışığında, şu anki bilgilerimiz doğrultusunda yaşam boyunca yenilenmediği kabul edilen beyin ve sinir hücreleri, bireyin fiziksel varlığını belirleyen temel unsurlar arasında değerlendirilebilir. Bu kavramsal çerçevede, insanın fiziksel kimliğinin korunması, bu statik unsurların yeniden canlandırılmasıyla sağlanabilir. Öte yandan, klasik İslam düşüncesindeki metafizik ruh ve ahiret tasavvurları ile çağdaş deneysel zihin araştırmaları arasında dikkat çekici benzerlikler göze çarpmaktadır. İslam filozoflarının ruh ve yeniden diriliş anlayışları, modern metapsişik çalışmaların ortaya koyduğu bazı yaklaşımlarla anlamlı bir uyum içindedir. Her iki bakış açısında da ruhun ya da zihnin beyinle sınırlı olmayan, onu aşan bir varlık olduğu yönünde belirgin bir ortak kanaat oluşmaktadır. Yeniden diriliş bağlamında İbnü’l-Hümâm, hem yok olmuş varlıkların yeniden yaratılmasını hem de dağılmış unsurların tekrar bir araya getirilmesini aklen mümkün görür. Bu, bir kez varlığa gelebilen bir varlığın, yok olduktan sonra tekrar var olma potansiyeline sahip olduğu önermesine dayanır. Yeniden diriliş kavramı, Allah’ın her şeyi kuşatan ilmi sayesinde varlıkların anatomik yapısını bütünüyle bildiği ve onları aslına uygun biçimde yeniden yaratma kudretine sahip olduğu inancıyla daha da temellendirilir. Bununla birlikte, bedensel dirilişin doğası hakkında kesin bir hüküm vermekten kaçınır. Onun bakış açısına göre, ahiret hakkında en güvenilir ve nihai bilgi kaynağı vahiydir. Bu konuda epistemik kesinlik bulunmadığından, yalnızca rasyonel argümantasyon yoluyla kesin bir yargıya varma olasılığı ortadan kalkar. İbnü’l-Hümâm, bedensel dirilişle ilgili her iki görüşün de makul olduğunu kabul etmekle birlikte, insanın fiziksel varlığının tamamen yok olmasından sonra yeniden yaratılması kavramına yönelik bir tercihini ifade eder. Bununla beraber, sahih hadislerde atıfta bulunulan “acbü’z-zeneb”in (kuyruk sokumu kemiği) yok edilmeyeceğini, varlığını sürdüreceğini ileri sürer. Modern fizik alanı, insan bedeninin mutlak yok oluşu veya biçimsel dönüşüm yoluyla varlığının devamı sorusunu aydınlatma potansiyeline sahiptir. Enerjinin korunumu ilkesi olarak da bilinen termodinamiğin birinci yasası, insan bedeninin yok olmayacağını; bunun yerine farklı bir forma dönüşeceğini varsayar. Bu teorik çerçeve, insan bedeninin ölümden sonra mutlak yok oluşa uğramaktansa, biçimsel bir dönüşümle varlığını sürdürebileceği fikrine kapı aralar.
Kamāl al-Dīn Ibn al-Humām (d. 861/1457) does not rely solely on scriptural evidence when explaining the necessity of the afterlife; he also believes that these scriptural sources provide a basis for rational argumentation. In his view, understanding resurrection only as a spiritual event narrows the scope of the issue and leads to the neglect of bodily resurrection. Eventually, this results in a position that is almost equal to denying resurrection altogether. The reasoning behind his argument is that bodily resurrection is supported not only by reason but also by religious texts. In this context, Ibn al-Humām suggests that the same God who created life in the beginning also has the power to create it again. He builds a concept of resurrection based on God’s ontological ability. Additionally, he refers to the ontological principle that whatever has existed once can exist again. Theologians who support bodily resurrection have divided the human body into two main parts: essential and additional components. According to this classification, the essential components that determine the identity and physical existence of the individual are necessary for the continuity of his existence and represent fixed structures that do not change over time. In contrast, additional parts can change during life and do not directly affect the ontological essence of the individual. Based on current biological data, brain and nerve cells—which are known not to regenerate during a person’s life—can be considered among the essential elements that define the physical essence of the individual. In this conceptual framework, preserving a person’s physical identity depends on reactivating these core elements. On the other hand, there are striking similarities between the metaphysical conceptions of the soul and the afterlife in classical Islamic thought and contemporary experimental mind research. The views of Islamic philosophers on the soul and resurrection show meaningful parallels with ideas from contemporary metaphysical and psychic studies. In both perspectives, there is a clear common belief that the soul or mind is an entity that is not limited to the brain but transcends it. In the context of resurrection, Ibn al-Humām sees both the re-creation of what has completely disappeared and the reassembling of scattered parts as rationally possible. This idea is based on the belief that anything that has existed once can exist again, even after disappearing. The concept of resurrection is further supported by the belief that God, who knows all things, also fully knows the human body and has the power to recreate it as it was originally. However, Ibn al-Humām avoids making a final judgment about the exact nature of bodily resurrection. In his opinion, the most reliable and final source of knowledge about the afterlife is divine revelation. Since there is no absolute certainty in this matter through reason alone, it is not possible to reach a final conclusion based only on rational arguments. While Ibn al-Humam accepts that both views of bodily resurrection are plausible, he expresses a preference for the concept of the re-creation of man after his physical existence has been destroyed. He also refers to the idea found in authentic hadiths that the ‘ajb al-dhanab’ (coccyx bone) will not be destroyed and will survive.
Birincil Dil | Türkçe |
---|---|
Konular | Kelam |
Bölüm | MAKALELER |
Yazarlar | |
Yayımlanma Tarihi | 29 Haziran 2025 |
Gönderilme Tarihi | 10 Şubat 2025 |
Kabul Tarihi | 12 Haziran 2025 |
Yayımlandığı Sayı | Yıl 2025 |
İlahiyat Akademi Dergisi Creative Commons Atıf-GayriTicari 4.0 Uluslararası Lisansı (CC BY NC) ile lisanslanmıştır.