This study examines the changes in the characteristics attributed to law within the frameworks of modernism and postmodernism, while also assessing the impact of rights discourse. In this context, it is emphasized that the structure in which law shapes rights has been replaced by a structure where rights shape the law. Accordingly, human rights have transitioned from being merely value-oriented to becoming a producer of knowledge and meaning. In other words, human rights actors not only shape the scope of rights but also actively contribute to the production and formation of law.This dynamic leads to different approaches within the broader discipline of international law, as human rights treaties allow for interpretative flexibility and secondary rules remain ambiguous. The struggle between traditional, state-driven international law and human rights law, which seeks to limit state sovereignty, becomes particularly visible in matters related to gender equality. In this regard, the feminist movement’s strong argument that the personal is political serves as the foundation for its demands, verbalizing them as rights. However, the dominant tendency of state sovereignty is to push these issues outside the scope of legal recognition.Accordingly, this study first examines cases where state will is prioritized over human rights treaty bodies and then evaluates situations where this will is imposed on rights holders. Finally, the conclusion presents the findings reached in the study.
Gender equality human rights treaty bodies reservations social rights
Söz konusu çalışmada, modernizm ve postmodernizm süreçleri çerçevesinde hukuka atfedilen niteliklerdeki değişim açıklanmaya çalışılarak; hak söyleminin etkileri değerlendirilmektedir. Günümüzde, hukukun hakları biçimlendirdiği bir yapıdan, hakların hukuku şekillendirdiği bir yapıya geçilmiştir. Bu doğrultuda, insan haklarının hukukta yalnızca değerlere özgülenen bir konumdan, bilgi ve anlam üreten bir konuma geçtiği; bir diğer deyişle insan hakları aktörlerinin hakların kapsamını şekillendirirken aynı zamanda hukuku da ürettikleri ve biçimlendirdikleri gözlemlenmektedir. Bu durum, insan hakları antlaşmalarında yer alan düzenlemelerin yoruma açıklığı ve ikincil kuralların belirsizliği sebebiyle, parçası olduğu genel uluslararası hukuk disiplininde farklı yaklaşımlar sahiplenmesine sebep olmaktadır. Devlet iradeleri ile oluşan geleneksel uluslararası hukuk ile bu iradeyi sınırlamaya çalışan insan hakları hukukunun arasındaki mücadele; toplumsal cinsiyet eşitliğine ilişkin meselelerde görünür olmaktadır. Bu çerçevede, feminist hareketin, özelin politik olduğuna yönelik güçlü argümanı tüm taleplerin temeli oluşturmakta ve bu talepleri hak olarak ileri sürülmektedir. Bununla birlikte, devlet egemenliğinin genel temayülü, bu meselelerin, hukuk dışına itilmesi olmaktadır. Bu bakımdan, çalışmada ilk olarak devlet iradesinin insan hakları antlaşma organlarına karşı belirleyici kılındığı örnekler, daha sonra ise bu iradenin hak öznelerine karşı belirleyici kılındığı haller değerlendirilecektir. Sonuç bölümünde ise değerlendirmelere yer verilecektir.
Toplumsal cinsiyet eşitliği insan hakları antlaşma organları çekinceler sosyal haklar
Birincil Dil | Türkçe |
---|---|
Konular | Hukuk (Diğer) |
Bölüm | Makaleler |
Yazarlar | |
Erken Görünüm Tarihi | 28 Haziran 2025 |
Yayımlanma Tarihi | 30 Haziran 2025 |
Gönderilme Tarihi | 3 Mart 2025 |
Kabul Tarihi | 9 Haziran 2025 |
Yayımlandığı Sayı | Yıl 2025 Cilt: 16 Sayı: 1 |