Conscience is extremely important both individually and socially as a mechanism that guides an individual's moral decisions, fosters empathy, and equips people with deeper social Conscience. In general, it can be defined as an intrinsic system of values that allows human beings to distinguish between right and wrong. This abstract concept has been studied in depth by philosophers, theologians, and psychologists since the beginning of human history and has been interpreted in various ways in different cultures and belief systems. The increasingly complex structure and rapidly changing dynamics of the modern world have increased the moral dilemmas faced by individuals, making the critical role of conscience in individual and social lives more prominent. For a long time, conscience has only been treated as a philosophical and religious concept. However, scientific developments have provided new insights into the biological basis of this conscience. Owing to advanced technologies, such as brain imaging techniques, it has been understood that conscience is associated with specific regions in the brain and has a neurological basis. In these studies, the functioning, basis, and nature of conscience have been discussed in light of modern biological data as well as important findings on the source and nature of conscience. In our study, the concept of conscience was defined and evaluated in terms of Islamic thought. In Islamic thought, it is generally accepted that conscience is an innate power placed in a human being's nature by God that allows him to distinguish right from wrong. It has been emphasized that conscience has a dynamic structure that is based on the sensation of “pain.” Most of the time, a person's distress is not recognized or ignored until it directly becomes a situation in which the individual feels uncomfortable. In this context, the relationship between empathy and conscience was also addressed. Recent neuroscientific research has made significant progress in the understanding of the neurological basis of conscience. In particular, studies of mirror neurons have revealed that they play a central role in empathy and conscientious decision-making processes by enabling individuals to be sensitive to the experiences of others. It has been suggested that mirror neurons allow individuals to simulate the mental states of others and that this mechanism forms the neurological basis of social cognitive processes, such as empathy and conscience. This allows individuals to better understand the emotions and perspectives of others, and thus engage in more complex social interactions. This emphasis on the biological basis of conscience offers an important perspective on how environmental factors and individuals’ life experiences can impact conscience. Within the framework of the epigenetic paradigm, it has been stated that conscience can be altered and suppressed by environmental influences. It is also emphasized that individuals can develop conscience through moral education and experience. Discussions on the origin of conscience were also touched upon, and it was determined that there are different perspectives on scientific and religious approaches. In evaluations of the formation of a conscience, it is often stated that it can be explained as a product of an evolutionary process. According to this perspective, conscience is seen as a mechanism that has been shaped as a result of necessities, such as survival, cooperation, and group adaptation, throughout human biological and social evolution. However, explaining conscience only through evolutionary processes is insufficient in terms of its deep and spiritual nature. For this reason, the understanding that conscience is a divine quality given to human beings by God offers a more inclusive and satisfying framework for compatibility, search for authentic values, and inner performance.
Vicdan, bireyin ahlaki kararlarını yönlendiren, empatiyi besleyen ve insanı daha derin bir sosyal bilinçle donatan mekanizma olarak hem bireysel hem de toplumsal açıdan son derece önemlidir. Genel anlamda insanın doğru ile yanlışı ayırt etmesine olanak tanıyan, içsel bir değerler sistemi olarak tanımlanabilir. Bu soyut kavram, insanlık tarihinin başlangıcından itibaren filozoflar, teologlar ve psikologlar tarafından derinlemesine incelenmiş ve farklı kültürlerde farklı inanç sistemlerinde çeşitli şekillerde yorumlanmıştır. Modern dünyanın giderek karmaşıklaşan yapısı ve hızlı değişen dinamikleri bireylerin karşılaştığı ahlaki ikilemleri artırmış; bu durum vicdanın bireysel ve toplumsal yaşamda oynadığı kritik rolü daha belirgin hale getirmiştir. Uzun bir süre boyunca vicdan, yalnızca felsefi ve dinî bir kavram olarak ele alınmıştır. Ancak günümüzde bilimsel gelişmeler, vicdanın biyolojik temelleri üzerine yeni bakış açıları kazandırmıştır. Beyin görüntüleme teknikleri gibi ileri teknolojiler sayesinde, vicdanın beyindeki belirli bölgelerle ilişkili olduğu ve nörolojik bir temele sahip olduğu anlaşılmıştır. Bu çalışmalarda, modern biyolojik veriler ışığında vicdanın işleyişi, temeli ve mahiyeti ele alınmış aynı zamanda vicdanın kaynağı ve doğasına dair önemli bulgular ortaya konulmuştur. Çalışmamızda vicdan kavramının tanımı yapılmış ve İslam düşüncesi açısından vicdanın nasıl değerlendirildiği tartışılmıştır. İslam düşüncesinde genel bir kabul olarak vicdanın Allah tarafından insanın fıtratına yerleştirilen ve doğruyu yanlıştan ayırt etmesine olanak tanıyan doğuştan gelen bir güç olduğu ifade edilmiştir. Vicdanın dinamik bir yapıya sahip olduğu ve bu yapının temelinde "acı" duyumu bulunduğu vurgulanmıştır. Çoğu zaman bir kişinin yaşadığı sıkıntı, doğrudan bireyin rahatsızlık duyduğu bir duruma dönüşene kadar fark edilmez veya görmezden gelinir. Bu durum, başkalarının yaşadığı zorlukları anlamak ve onlara karşı duyarlı olmak konusunda empati ve vicdan arasındaki ilişkinin önemini ortaya koymaktadır. Dolayısıyla çalışmada empati ve vicdan arasındaki ilişki de ele alınmaya çalışılmıştır. Son dönemde yapılan nörobilimsel araştırmalar, vicdanın nörolojik temellerini anlamada önemli ilerlemeler sağlamıştır. Özellikle ayna nöronlar üzerine yapılan çalışmalar, bireylerin başkalarının deneyimlerine karşı duyarlı olmalarını sağlayarak empati ve vicdani karar alma süreçlerinde merkezi bir rol oynadıklarını ortaya koymuştur. Ayna nöronların, bireylerin başkalarının zihinsel durumlarını simüle etmelerine olanak tanıdığı ve bu mekanizmanın, empati ve vicdan gibi sosyal-bilişsel süreçlerin nörolojik temelini oluşturduğu öne sürülmüştür. Bu sayede bireyler, başkalarının duygularını ve perspektiflerini daha iyi anlayarak daha karmaşık sosyal etkileşimlerde bulunabilme kapasitesine ulaşırlar. Vicdanın biyolojik temellerine yapılan bu vurgu, çevresel faktörlerin ve bireyin yaşam deneyimlerinin vicdan üzerinde nasıl etkili olabileceğine dair önemli bir perspektif sunmaktadır. Epigenetik paradigma çerçevesinde vicdanın çevresel etkilerle değiştirilebileceği ve baskılanabileceği ifade edilmiştir. Aynı zamanda bireylerin ahlaki eğitim ve deneyimlerle vicdanlarını geliştirebilecekleri de vurgulanmıştır. Vicdanın kaynağına ilişkin tartışmalara da temas edilmiş, bilimsel ve dinî yaklaşımlar arasında farklı perspektifler olduğu belirlenmiştir. Vicdanın oluşumu hakkında yapılan değerlendirmelerde, onun evrimsel bir sürecin ürünü olarak açıklanabileceği sık sık dile getirilmektedir. Bu bakış açısına göre, vicdan, insanın biyolojik ve toplumsal evrimi boyunca hayatta kalma, iş birliği yapma ve grup içi uyum sağlama gibi gereklilikler sonucunda şekillenmiş bir mekanizma olarak görülmektedir. Ancak vicdanın sadece evrimsel süreçlerle açıklanması, onun derin ve manevi yapısı açısından yetersiz kabul edilmiştir. Bu nedenle vicdanın Tanrı tarafından insanoğluna bahşedilmiş ilahi bir nitelik olduğu düşüncesi, insanların uyum içinde olma çabalarını, özgün değer arayışlarını ve içsel performanslarını daha kapsayıcı ve tatmin edici bir çerçevede değerlendirmelerine olanak sağlar.
إن الضمير مهم للغاية على الصعيدين الفردي والاجتماعي على حد سواء كآلية توجه القرارات الأخلاقية للفرد، وتعزز التعاطف، وتزود الناس بوعي اجتماعي أعمق. ويمكن تعريفه بشكل عام على أنه نظام قيمي جوهري يسمح للبشر بالتمييز بين الصواب والخطأ. وقد تمت دراسة هذا المفهوم المجرد بعمق من قبل الفلاسفة وعلماء اللاهوت وعلماء النفس منذ بداية التاريخ البشري، وتم تفسيره بطرق مختلفة في مختلف الثقافات والأنظمة العقائدية. وقد أدت البنية المتزايدة التعقيد والديناميكيات المتغيرة بسرعة في العالم الحديث إلى زيادة المعضلات الأخلاقية التي يواجهها الأفراد، مما جعل الدور الحاسم للضمير في حياة الأفراد والمجتمع أكثر بروزًا. لفترة طويلة، تم التعامل مع الضمير كمفهوم فلسفي وديني فقط. إلا أن التطورات العلمية قدمت رؤى جديدة حول الأساس البيولوجي لهذا الضمير. وبفضل التقنيات المتقدمة، مثل تقنيات تصوير الدماغ، أصبح من المفهوم أن الضمير مرتبط بمناطق محددة في الدماغ وله أساس عصبي. في هذه الدراسات، نوقش عمل الضمير وأساسه وطبيعته في ضوء البيانات البيولوجية الحديثة، بالإضافة إلى النتائج المهمة حول مصدر الضمير وطبيعته. وفي دراستنا هذه، تم تعريف مفهوم الضمير وتقييمه في ضوء الفكر الإسلامي. في الفكر الإسلامي، من المقبول عمومًا أن الضمير هو قوة فطرية وضعها الله في طبيعة الإنسان تسمح له بتمييز الصواب من الخطأ. وقد تم التأكيد على أن للضمير بنية ديناميكية تقوم على الإحساس ”بالألم“. في معظم الأحيان، لا يتم التعرف على ضيق الإنسان أو تجاهله إلى أن يتحول مباشرة إلى موقف يشعر فيه الفرد بعدم الارتياح. وفي هذا السياق، تم التطرق أيضًا إلى العلاقة بين التعاطف والضمير. حققت الأبحاث العلمية العصبية الحديثة تقدمًا كبيرًا في فهم الأساس العصبي للضمير. وعلى وجه الخصوص، كشفت الدراسات التي أجريت على الخلايا العصبية المرآتية أنها تلعب دورًا مركزيًا في عمليات التعاطف واتخاذ القرارات المتعلقة بالضمير من خلال تمكين الأفراد من أن يكونوا حساسين لتجارب الآخرين. وقد اقتُرح أن الخلايا العصبية المرآتية تسمح للأفراد بمحاكاة الحالات العقلية للآخرين وأن هذه الآلية تشكل الأساس العصبي للعمليات الإدراكية الاجتماعية، مثل التعاطف والضمير. وهذا يسمح للأفراد بفهم مشاعر ووجهات نظر الآخرين بشكل أفضل، وبالتالي الانخراط في تفاعلات اجتماعية أكثر تعقيدًا. يقدم هذا التركيز على الأساس البيولوجي للضمير منظورًا مهمًا حول كيفية تأثير العوامل البيئية والتجارب الحياتية للأفراد على الضمير. وفي إطار نموذج التخلّق، ذُكر أنه يمكن تغيير الوعي وقمعه من خلال التأثيرات البيئية. كما تم التأكيد على أنه يمكن للأفراد تطوير الوعي من خلال التربية الأخلاقية والخبرة. كما تم التطرق أيضًا إلى المناقشات حول أصل الضمير، وتقرر أن هناك وجهات نظر مختلفة حول المقاربات العلمية والدينية. في تقييمات تكوين الضمير، غالبًا ما يُذكر أنه يمكن تفسيره على أنه نتاج عملية تطورية. ووفقًا لهذا المنظور، يُنظر إلى الضمير على أنه آلية تشكلت نتيجة لضرورات، مثل البقاء والتعاون والتكيف الجماعي، خلال التطور البيولوجي والاجتماعي البشري. ومع ذلك، فإن تفسير الضمير من خلال العمليات التطورية فقط غير كافٍ من حيث طبيعته العميقة والروحية. لهذا السبب، فإن الفهم القائل بأن الضمير هو صفة إلهية وهبها الله للبشر يقدم إطارًا أكثر شمولاً وإشباعًا للتوافق والبحث عن القيم الأصيلة والأداء الداخلي.
Birincil Dil | Türkçe |
---|---|
Konular | Kelam |
Bölüm | ARAŞTIRMA MAKALELERİ |
Yazarlar | |
Erken Görünüm Tarihi | 4 Haziran 2025 |
Yayımlanma Tarihi | 15 Haziran 2025 |
Gönderilme Tarihi | 1 Ocak 2025 |
Kabul Tarihi | 16 Nisan 2025 |
Yayımlandığı Sayı | Yıl 2025 Sayı: 36 |
Şırnak Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi Creative Commons Atıf-GayriTicari 4.0 Uluslararası Lisansı (CC BY NC) ile lisanslanmıştır.