Yalçın Koç, yalnızca bir bilim insanı, mütefekkir ve teorisyen değil, aynı zamanda felsefi düşünceyi yeniden inşa etmeye çalışan bir bilge, özgün bir düşünürdür. Bu makale, onun çok yönlü yetkinliklerinden ziyade, Türk İslam felsefesi bağlamındaki yerini ve “nazariyat” (theoria) olarak adlandırdığı felsefi sistemini ele almaktadır. Koç, kendisini bir filozof olarak görmemesine rağmen, ürettiği nazariyat düşüncesi, onun bir sistem filozofu olarak değerlendirilmesine zemin hazırlamaktadır.
Yalçın Koç’un nazariyat anlayışı, Grek-Latin Kilise diyarında (Batı) görünür olan felsefi geleneklerden bağımsız bir teorik çerçeve oluşturma girişimidir. Ona göre Grek-Latin Kilise diyarı ile bu diyarın etkisi altında kalan Arap ve Fars diyarlarında icra edilen felsefe, “hak”tan kopmuş ve hakikate ulaşmayan bir düşünüş biçimiyle şekillenmiştir. Bu nedenle Batı felsefesini ve filozoflarını eleştirel bir yaklaşımla yapı-söküme uğratmakta, buna karşılık kendi geliştirdiği yöntemi “nazariyat” olarak adlandırmaktadır. Bu nedenle nazariyat, kuram ile karıştırılmamalıdır. Kuram, zihinsel bir muhakeme ile bir dilde üretilen düşünüştür. Oysa nazariyat, nefsin hafıza, muhayyile ve idrak gibi kendiliğinden faal olan güçlerine dayanarak doğan ya da doğrulan basit manzarayı seyir ile başlayan tecrübî bir süreçtir. Bu yönüyle, Koç’un nazariyat anlayışı, klasik felsefenin bilme süreçlerinden ayrışmakta ve alternatif bir düşünme biçimi (tefekkür) önermektedir.
Makale, felsefenin ve filozofun tanımına ilişkin düşünce tarihindeki tartışmaları göz önünde bulundurarak, filozof kavramını “hak zemininde hakikatten taviz vermeden yaşadığı dönemin bazı sorunlarına metafizik bağlamda çözümler sunabilen bilge insan” olarak ele almaktadır. Felsefe ise hikmet ile özdeşleştirilmiştir. Bu bağlamda, Koç’un nazariyat esasında bugüne kadar kaleme aldığı17 kitaba yayılan çözümlemeleri incelendiğinde, onun hakikati arayan bir bilge kişi olarak bu tanıma uyduğu görülmektedir.
Yalçın Koç’un nazariyat anlayışı, Türk İslam düşüncesindeki “hakîm” (feylesof) kavramıyla örtüşmektedir. Bu nedenle makalede Türk İslam felsefesinin kökenlerine bakıldığında, Filozof İbn Sina tarafından Yunan filozof Aristoteles’ten sonra gelen ikinci muallim olarak isimlendirilen Türk filozof Farabi'nin Türk-İslam medeniyetinin kurucu isimlerinden biri olduğu ve onun eserlerini Arapça yazmasının bir Türk-İslam geleneği adına talihsizlik olarak görüldüğü vurgulanmaktadır. Buna karşın, Koç’un Türkçe düşünerek ve yazarak bu eksikliği gidermeye çalıştığı ve kendine özgü bir kavram dağarcığı geliştirdiği belirtilmektedir. Onun felsefi çalışmaları, Gazali’nin siyasî polemiklerine indirgememek kaydı ile Meşşâî felsefeye yönelttiği eleştirilere benzetilebilir. Ancak Koç’un eleştirileri, yalnızca belirli bir felsefi okula (ekole) değil, Batı felsefesinin tamamı ile ondan etkilenen felsefelere yönelmiştir. Bu çerçevede Koç, “Grek-Latin Kilise diyarı” ifadesiyle, eleştirdiği felsefelerin sınırlarını çizer ve bu felsefelerin hakikate temas etmediğini savunur. Çünkü Grek-Latin Kilise diyarında ve bu diyardan etkilenen Arap ve Fars beldelerinde icra edilen felsefe, fikriyattan (logia) ibarettir. Fikriyattan ibaret olmak, nazariyatsız olma demektir.
Yalçın Koç’un geliştirdiği nazariyat, Gazali’nin daha çok dini ilimler çerçevesinde yürüttüğü ihya hareketinin felsefi bir karşılığı olarak değerlendirilebilir. Koç’un amacı, klasik felsefenin geleneksel argümanlarını terk ederek hakikati yeniden düşünmek ve kavramsal düzlemde yeni bir sistem inşa etmektir. Felsefenin temel meselelerine kendine özgü yöntemlerle çözümler sunan Koç, kendisini filozof olarak görmese de düşünsel sistematiği bir felsefi ekol olarak değerlendirilebilir. Günümüz itibariyle bu ekol, kurumuş görünmemektedir. Lakin Koç, sözü edilen ekolü yeşerterek ona can suyu vermektedir. Onu yeniden yeşertecek terimleri yeniden inşa etmekte ve yepyeni bir felsefe dili inşa etmektedir.
Sonuç olarak, Koç’un yaptığı işin felsefe olup olmadığına dair tartışmalar bir yana, onun sistemli düşünce üretimi ve eleştirel yaklaşımı, bir filozof olarak anılmasını mümkün kılmaktadır. Tıpkı Gazali’nin kendisini filozof olarak görmemesine rağmen büyük bir filozof olarak kabul edilmesi gibi, zamanla Yalçın Koç’un da benzer şekilde değerlendirilebileceği öngörülmektedir. Koç’un geliştirdiği nazariyat, yalnızca yeni bir düşünce biçimi sunmakla kalmayıp, uyuyan bir geleneğin yeniden uyanmasına da vesile olabilir.
yok
Yalçın Koç is not only a scientist, thinker, and theorist but also a sage and an original intellectual striving to reconstruct philosophical thought. This article does not focus on his diverse intellectual abilities but instead examines his position within Turkish-Islamic philosophy and the philosophical system he calls nazariyat (theoria). Although Koç does not regard himself as a philosopher, his nazariyat thought paves the way for evaluating him as a system philosopher.
Koç’s understanding of nazariyat is an attempt to establish a theoretical framework independent of the philosophical traditions visible in the Greek-Latin Church territory (the West). According to him, philosophy as practiced in the Greek-Latin Church territory and in the Arab and Persian lands under its influence has deviated from hak (truth) and has been shaped by a mode of thinking that fails to reach hakîkât (absolute truth). For this reason, Koç critically deconstructs Western philosophy and its philosophers while developing his own methodology, which he calls nazariyat. It is important to note that nazariyat should not be confused with theory. Theory (kuram) is a mode of thought produced through mental reasoning within a language, whereas nazariyat is an experiential process that begins with the contemplation of a fundamental reality, relying on the naturally active faculties of the soul, such as memory, imagination (muhayyile), and comprehension (idrak). In this respect, Koç’s nazariyat differs from the epistemological processes of classical philosophy and proposes an alternative way of thinking (tafakkur).
The article, considering historical debates on the definitions of philosophy and philosophers, defines a philosopher as “a wise person who, without compromising truth, offers metaphysical solutions to the problems of their era.” Philosophy, in turn, is equated with hikmet (wisdom). In this context, Koç’s works, spanning 17 books and based on nazariyat, suggest that he fits this definition as a seeker of truth.
Koç’s nazariyat aligns with the concept of the hakîm (sage-philosopher) in Turkish-Islamic thought. In this regard, the article briefly touches on the roots of Turkish-Islamic philosophy, highlighting the role of Al-Farabi, whom Avicenna (Ibn Sina) referred to as the "Second Teacher" after Aristotle. It is noted that Al-Farabi’s choice to write in Arabic rather than Turkish is seen as unfortunate for the Turkish-Islamic intellectual tradition. In contrast, Koç consciously thinks and writes in Turkish to address this gap, constructing a unique conceptual vocabulary. His philosophical critiques are often compared to Al-Ghazali’s critiques of Peripatetic (Meşşâî) philosophy, provided that they are not reduced to mere political polemics. However, Koç’s criticisms extend beyond a particular philosophical school; they encompass the entirety of Western philosophy and the traditions influenced by it. In this framework, Koç delineates the boundaries of the philosophies he critiques through the term Greek-Latin Church territory, arguing that these philosophies fail to engage with hakîkât. In Koç’s view, philosophy as practiced in the Greek-Latin Church territory
and in the Arab and Persian lands influenced by it consists merely of speculation (fikriyat, logia). To be confined to speculation is to lack nazariyat.
Koç’s nazariyat can be regarded as the philosophical counterpart to Al-Ghazali’s revival movement in the religious sciences. His aim is to abandon the traditional arguments of classical philosophy and rethink truth while constructing a new system at the conceptual level. Although Koç does not see himself as a philosopher, his intellectual systematization and solutions to fundamental philosophical problems suggest that nazariyat constitutes a distinct school of thought. As of today, this school does not appear to have withered. Rather, Koç nourishes it, breathing new life into its foundations. He reconstructs its core concepts and establishes an entirely new philosophical language.
In conclusion, regardless of whether Koç’s work is classified as philosophy, his structured intellectual production and critical approach justify viewing him as a philosopher. Just as Al-Ghazali, despite rejecting the title of philosopher, came to be recognized as one over time, Yalçın Koç may also be regarded similarly in the future. His nazariyat not only offers a novel mode of thought but also has the potential to awaken a dormant intellectual tradition.
yok
Birincil Dil | Türkçe |
---|---|
Konular | Türk İslam Felsefesi |
Bölüm | Araştırma Makalesi |
Yazarlar | |
Proje Numarası | yok |
Yayımlanma Tarihi | 18 Nisan 2025 |
Gönderilme Tarihi | 19 Mart 2025 |
Kabul Tarihi | 7 Nisan 2025 |
Yayımlandığı Sayı | Yıl 2025 Sayı: 1 |